23 Ocak 2013 Çarşamba

Dünyanın En İyi Yönetmenlerinden Steven Spielberg


1968’de, Universal Studios’ta çalışırken ilk kısa filmi olan Amblin'i çekti. Universal TV başkan yardımcısının 24 dakikalık filmi görmesinden sonra, 21 yaşındaki Spielberg kendisiyle uzun vadeli kontrat imzalanan en genç yönetmen olacaktı. Daha sonraları ona profesyonel anlamda yönetmenlik yolunu açan bu kısa filmin anısına ilk prodüksiyon şirketinin adını da Amblin’ koyacaktı.
1969’da California State University’deki eğitimini Universal Studios’la imzaladığı anlaşma nedeniyle bırakıp, profesyonel olarak yönetmenlik yapmaya başladı.

Sinemanın ‘dâhi çocuğu’ diye anılan Steven Spielberg, ‘Schindler'in Listesi’nden bu yana, kendisi açısından özel önem taşıyan konuları filme çekmek için yönetmen koltuğuna oturacağını açıkladı.
Yönetmenin projelerinden biri de Filistinli ve İsrailli çocuklara 250 video kamerayla oynatıcı dağıtmak. Onların her gün ne yiyip içtikleri, nelerle ilgilenip hangi oyunları oynadıkları gibi günlük yaşamlarıyla ilgili detayları kameraya çekmelerini ve sonra birbirlerine vermelerini istiyor. Spielberg, bu yolla İsrailli ve Filistinli çocukların aralarındaki farkın ne kadar az olduğunu göreceklerine inanıyor.

Almış Olduğu Ödüller
1982 En İyi Sinema Filmi Altın Küre Ödülü 
1987 Irving G. Thalberg Ödülü
1993 En İyi Yönetmen Akademi Ödülü 
1993 En İyi Film Akademi Ödülü 
1993 En İyi Yönetmen Altın Küre Ödülü 
1993 En İyi Sinema Filmi Altın Küre Ödülü 
1993 BAFTA En İyi Yönetmen Ödülü 
1993 BAFTA En İyi Film Ödülü 
1998 En İyi Yönetmen Akademi Ödülü 
1998 En İyi Yönetmen Altın Küre Ödülü 
1998 En İyi Sinema Filmi Altın Küre Ödülü 
2001 İngiliz Komutan Şövalyelik Nişanı
2004 Fransız Légion d'honneur
2008 Cecil B. DeMille Ödülü

Son Yılların En Başarılı Oyuncularından Jason Statham


Biyografisi

Jason Statham,Sydenham, Lewisham, Londra,İngilterede doğuldu.Ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Statham,çocukluktan beri aile sanatı sokak tiyatrosunu öğrendi.Müzikle çok ilgilenen aile arasında Statham da elbette müzik ve sanata ilgi duydu fakat spor dallarıyla ilgilenmeye başladı ve özellikle dalış.Başarılı bir dalış kariyeri başlar.1992 yılında İngiliz Milli Dalış Takımıyla de dalgıcılık konusunda dünya 12cisi olur.Statham bununla iyi bir başarı sağlar.Ve uzun yıllardır kendisi Britanya ulusal dalgıcılığın uzun zamandır üyesidir.

Aktörlük ve Modellik kariyeri

Statham bir süre sahte mallar satarak da para kazanıyordu. Daha sonra Statham'ın modellik yapmasıyla kendisine medyada bir yer edindi. French Connection'da Britanyalı yönetmen Guy Ritchie ile tanışır.Ritchie bir film projesinde çalışmaktadır ve acilen bir oyuncuya ihtiyacı vardır. Ritchie Statham'ın geçmişini öğrenince artık yeni oyuncusunu bulmuş olur. Jason Statham Bacon rolünü (çeviride domuz pastırması) 1998 hit filmi olan Lock, Stock and Two Smoking Barrelsla alır.Film halk ve eleştirmenler tarafından iyi tepkiler almaya başlar. Ve böylece Stathamın ikinci filmi olanSnatch çekilir. Filmde Brad PittBenicio Del Toro ve Dennis Ferina gibi popüler oyuncular filmde rol alır ve yönetmen yine Guy Ritchiedir. Film gişede 80 milyon dolar gibi bir para elde etmeyi başarır. Hemen ardından Statham Hollywood filmlerinde yardımcı rollerde çekilir: 2001 yapımı John Carpenter'in Ghosts of Mars ve başrolünü Jet Linin oynadığı, The One filmi. Ardından Turn it Up filminde Bay B olarak görünür fakat bu film pek ünlenmez ancak daha sonra bu sefer Guy Ritchienin yapımcı olduğu Mean Machinede rol alır ve ilk defa bir filmde dövüşür.

2002 yapımlı The Transporter ve ardından 2005 yılında devam filmi gelen The Transporter 2 filmleriyle ünlü Çin aksiyon koreografı Corey Yuen ile çalışır ve bu filmdeki gerek aksiyon,gerekde dövüş sahneleriyle kendisine aksiyon filmleri dünyasında iyi bir yer edinir.2003 yılında rol aldığı The Italian Job (2003) filminde Handsome Rob (Yakışıklı Rob) karakterini canlandırarak bir kez daha aksiyonda başarılı olduğunu ıspatlar, Cellular (2004) filmiyle yardımcı rollerde gözükür.Ardından Statha,Revolver filminde rol alır ancak film eleştirmenler tarafından yerden yere vurulur ayrıca bu filmde Guy Ritchienin filmidir. 2006 yılında Crank filminde oynar,2004-2005 arası çekilen Chaos filminde Wesley Snipes,Henry Czerny ve Ryan Phillippeninde olduğu kadrolu bir filmde rol alır.2006 yılında tamamen komedi filmi olanThe Pink Panther filminin yeni versiyonunda rol alır. Filmde küçük fakat çok önemli bir rol olan Yves Gluant olarak çekilir ki, filmin kadrosuda oldukça büyükdür. Ardından gelen Jet Li ile olan War filmiyle beyaz perdelerde boy göstermeye devam eder. Statham'ın geleceğe doğru üç film projesi var ve bunların birinde İtalyan İşi filmindekiHandsome Rob rolünde oynayacaktır. Bu arada In the name of the King filmi ise 2006 yılında galası yapılsa da teknik sebeplerden dolayı sinemaları ziyaret etmemiştir.



İlginç bilgiler 
  • Kara borsa işinde çalışmıştı.
  • Jason, sahte mücehver ve sahte parfüm işindede çalışmıştı.
  • Başarılı bir dalış uzmanı.
  • Sinema dünyasına geçişi "French Connection" adlı giyim firmasının reklamlarına çıkışıyla gerçekleşti.
  • İyi bir araba sürücüsü.
  • Guy Ritchie ile iyi arkadaş.
  • MMA (Mixed Martial Arts/Karışık dövüş sanatları)'da dövüş sanatları çalışıyor ve bir kick boks ustası.Ancak rol aldığı filmlerde Kung Fu ve karate gibi dövüş sanatları sergilemekte.
  • Guy Ritchie tarafından keşf edildi.
  • The Transporter filminde dövüş ve aksiyon sahnelerinin büyük bir kısmını kendisi yapmakta.
  • Crank (2006) filminde tüm aksiyon sahnelerinde dublör kullanmadan oynadı.The İtalian Job (2003) filmindeki araba sahnelerinde de öyle.
  • Hitman (2006) filmindeki Ajan 47 rolünü geri çevirdi fakat onun yerine rol aldığı Crank (2006) filminde bir tetikçi rolündeydi.
  • Cellular, Transporter 2 ve Crank gibi filmlerinde Nokia telefonu kullanmakta.
  • Cellular ve London filmlerinde Jessica Biel ve Chris Evans ile rol aldı.
  • Aslında Dog Soldiers (2002) filmindeki Private Cooper rolü için düşünülmüştü fakat Ghosts of Mars (2001) filmi için rolü geri çevirdi.
  • Jason Statham marketlerde de çalıştı.
  • Fist of Legend (1994) favori filmlerinden biridir.
  • Steve Chasman onun menajeri.
  • Bir röportajında Corey Yuen ile 3 defa çalıştığını söylemişti ancak aslında 4 defa çalıştı.



SİNEMADA ELEŞTİREL YAKLAŞIMLAR



Tüm sanat dallarında olduğu gibi, sinemada da anlamlandırma/tanımlama süreci vardır. Sinemadakinin diğer görsel sanatlardan farkı, hareketli resim ve de farklı zamanlı ve de konu olarak da farklı olayların kurgu ile bir araya getirilebilmesi gibi özellikleri sonucunda, çok katmanlı bir dil kullanabiliyor olmasıdır. Bu çok katmanlı dil, çok katmanlı anlam yaratabilmede önemli bir unsurdur. Sinema bu özellikleri nedeniyle çözümleme yapmada ve de filmin anlamını kavramada diğer sanat dallarından çok daha fazla bilgiyi gerekli kılmaktadır.

Bunun bir diğer nedeni de bir filmin yazım, çekim, yönetim ve yapım aşamalarında; senaryoda ve de sinemaya ait her noktasında insana dair bir anlam üzerinden çalışıyor olmasıdır. Öykünüzün ne kadar düşsel ya da soyut olduğu hiç önemli değildir, bu anlamda sinema yakın akraba olduğu düşünülen resimden ve de fotoğraftan ayrılmaktadır. Bir ressam/bir fotoğrafçı sadece tek bir renk ile tuvalini/fotoğrafını baştan aşağı kaplayabilir ve de bu resme/fotoğrafa hiç bir ad vermeden sergileyebilir ve de tüm yorumu izleyiciye bırakabilir. Oysa ki sinemadaki obje gösterimi hareket, renk, kurgu gibi özelliklerinin yanı sıra, resimdekinden daha farklı bir gösteren-gösterilen ilişkisine de sahiptir. Burada tamamen kavramsal bir çıkmaz/soru yaratabilmek için çekilmiş deneysel sinema örneklerini ayırmalıyız tabii. .Sinemanın bu gösteren-gösterilen ilişkisini çözümlemenin bir kaç yöntemi vardır. Eleştirici, bu yöntemlerden hangisinin uygun olduğuna karar verip birini, bir kaçını ya da hemen hepsini bir film üzerinde kullanabilir. Bu yöntemler şu başlıklarda toplanabilir:


1-Türsel eleştiri; filmin, ait olduğu türdeki diğer filmlerde kullanılan ve türün ortak özellikleri sayılan çatışmalar, temalar, karakterler ve görsel anlatım açısından incelenmesidir. Sinema tarihi içinde belirli anlatım gelenekleri oluşturarak, hemen her filmde tekrarlanan bir formulasyona dayalı anlatı yapısına sahip olan ve böylelikle bir tür olarak sınıflandırılabilecek anlambilimsel ve sözdizimsel yapı ortaya koymuş olan filmlerin incelenmesi... Örneğin, süper kahramanlar türündeki yapımların (Spider man ve Superman gibi) incelenmesinde kullanılan türsel benzeşiklikler veya Film Noir' in karakteristik yapısı gibidir"Tür eleştirisinin ana imgesi sanatçı-film-seyirci tarafından oluşturulan üçgendir. Türler bireysel filmleri aşan ve hem yönetmen tarafından yapılandırılmalarını hem de seyirci tarafından okunmalarını denetleyen kalıplar/biçemler/yapılardır


2-Tarihsel Eleştiri; filmlerin anlattıkları dönem içerisindeki sosyo-ekonomik, estetik ve de sinema endüstrisinin dönem koşulları göz önüne alınarak yapılan incelemesi...Örneğin, Potemkin Zırhlısı filminin dönemin estetik hareketlerinden olan Füturistik estetik anlayışı içerisinde ve de dönemin Rusya' daki toplumsal durum açısından incelenmesi..."Birer kültürel dışavurum aracı olarak filmler dönemin egemen düşünce ve dünya görüşünü ifade ettikleri, toplumun ruh durumunu yansıttıkları, değer yargılarını temsil ettikleri gibi, içinde yer aldıkları tarihsel dönemdeki sinema kurumunun endüstriyel yapısı içindeki uygulamaların, üretim zihniyetinin ve sahip olunan teknolojik düzeyin koşullarında var olmaktadırlar..." zafer Özden/Film Eleştirisi"Film tarihi hem tarih içindeki filmlerden hem de filmlerin tarihinden oluşmaktadır.





3-Auteur Eleştirisi; filmin yönetmeninin kendi sinemasal süreci içerisindeki yaratıcılığı esas alınarak yapılan eleştirisi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Andre Bazin' in çevresindeki bir eleştirmen kuşağının eleştirel tavrıyla doğmuş bir yaklaşımdır. özgün adı, La politique des auteurs (yazar-yönetmenler politikası). Örneğin, Tarkovsky' nin son filmi olan Kurban' ın, yönetmenin sanat yaşamındaki yerine ve de diğer filmlerindeki anlatım, mesaj ve de bu gibi özelliklerine göre yapılan incelemesi..."Auteur film eleştirisi yaklaşımında amaç, bir filmin yaratılmasında (tıpkı bir roman yazarı gibi) en büyük sorumluluğu taşıyan ve kendi imzasını filme atan kimse olarak yönetmeni teşhis etmektir. Auteurist yaklaşım yönetmenin temel kaygılarını, filmlerinde tekrarlanan motifleri, filmlerinin içeriklerini ve biçimlerini kişiliğinin tutarlılığı bağlamında ve diğer yapıtlarıyla ilişkisi içinde değerlendirmektedir... Auteur eleştiri olmasaydı, film sanatının anlatı geleneklerinin ve yönetmenlerin gelişiminde büyük payları olan bir çok tür filmi anlaşılamadan ve film sanatına yaptıkları katkılar çözümlenemeden tarihin karanlığında kalacaklardı..." zafer Özden/Film Eleştirisi"Ford ve Hawks' ı meydana çıkarmak için Western' i meydana çıkarmak gereklidir..."

4-Göstergebilimsel Eleştiri; filmin bir dil süreci olarak incelenmesi. Sinemadaki dili oluşturan renk, kamera hareketleri, kadraj gibi öğelerin dilbilim ve de göstergebilimsel anlamlandırılması. Göstergebilimsel yaklaşımı kullanan film eleştirmeni filmsel metni, filmsel göstergelere anlam kazandıran bir "anlamlama sistemi" olarak ele almalıdır. Örneğin, Antonioni' nin renk kuramının karakteri yaratmadaki sürecinin incelenmesi..."Çağdaş film eleştirisi alanında, göstergebilimsel terimler ve göstergebilimsel yöntembilim yaygınlık kazanmış durumdadır; filmlere nasıl yaklaşılırsa yaklaşılsın, filmin temelanlamsal malzemesinin değerlendirilmesi açısından göstergebilim en elverişli eleştirel yaklaşım olarak durmaktadır..." Zafer Özden/Film EleştirisiGöstergebilim çağdaş bir tartışma konusu olduğu için değil ama filmin biçemsel yapısını çözümlemek üzere sistematik bir yaklaşım sunmasından dolayı önemlidir..."

5-Psikanalalitik Eleştiri; filmin interaktif olarak yönetmen, karakterler ve de izleyiciler üzerindeki etkisi ve de dışavurumu gibi gibi konularının incelenmesi... Yönetmenin ruhsal dünyasının ve bilinçaltının dışavurumunu ya da toplumsal, kollektif bilinçaltının dışavurumunun izlerini bulmaya girişmekte ve filmleri tıpkı bir düş süreci gibi ele alarak, filmlerin açık içeriğinin altında yatan örtük psikolojik içeriğini ortaya çıkarma amacı taşımaktadır. Örneğin Haneke' nin filmlerindeki cinsellik unsurunun psiko-analitik çözümlenmesi gibi...Seyircinin zihin durumu düş göreninkine benzer; salonun karanlığı, müziğin etkisi, ışıklı perdede kayan sessiz gölge; her şey önümüzde oynamakta olan formların manalı gücünün gerçek uykumuzda ortaya çıkan imgelerin gücü kadar mütehakkim olduğu uyku benzeri bir durum içine sokmakta işbirliği yapmaktadır."

6-İdeolojik Eleştiri; filmlerin imgelerin ve de gösterenlerin politik olarak açıklanması, egemen ideoloji bağlamında eleştirel açıdan ortaya konması... Film eleştirmeni, filmleri ideolojik belirlemeler altında çalışan endüstriyel bir uygulama alanı olarak, egemen ideolojinin yaygınlaşması ve kendisini sürdürmesi işlevini yerine getirilmesini sağlayan gösterim koşulları itibariyle değerlendirmektedir. İdeolojik film eleştirisinde sorulan temel soru "kültürel davranışlar ve ürünler olarak sinema filmleri izleyicileri nasıl bir ideolojik konumlandırma içine yerleştirmektedirler?". Örneğin, Süper kahramanların giysilerinin genelde Amerikan bayrağındaki renkleri simgeleyecek şekilde kırmızı-mavi-beyaz renklerden seçilmesinin seyirci üzerindeki ideolojik algısı, Vietnam filmlerinde ünlü oyuncular vasıtası ile bu savaşın meşrulaştırılması ve bu gibi diğer imaların ve de egemen ideolojinin çözümlenmesidir...

7-Sosyolojik Eleştiri; filmlerin toplumla ilişkileri, sosyal ve kültürel etkileri bağlamında bir veri olarak incelenmesi. Bu eleştirel yaklaşım, filmleri yönetmenin ya da senaristin özel dışavurumları ya da imgeleri bağlamında ya da dilsel anlatım özellikleri açısından değil de, filmin üretilmiş olduğu dönemin ya da içeriğinde ele aldığı dönemin sosyal koşullarının incelenmesi anlamında bir yaklaşımdır. Örneğin, V for Vendetta filmindeki ana karakterin toplum ile ilişkisi ve karakterden etkilenen insanların değişimindeki dinamikleri ve filmin günümüz izleyicisi üzerindeki etkisini incelemek...Sosyolojik eleştiri büyük ölçüde betimleyicidir; eser hakkında bir değer yargısı taşımaz, durum tespit etmekle yetinir.

8-Gazete/medya Eleştirisi: filmlerin vizyona girdikleri tarihlerdeki güncelliklerinin incelenmesi ve de seyirciyi yönlendirme amaçlı yapılan incelemeler...Başlıklarda yazılanlardan da anlaşılacağı üzere bu kategorilerin arasındaki çizgi oldukça ince; bu yaklaşımlardan herhangi birine ağırlık versek bile, diğer bir yaklaşımın alanına girdiğimizi anlayamayadabiliriz. Bu nedenle serbest bir yazımla yapılan eleştiriler, kategorilerin bir çoğunu içinde barındırmaktadır. Film eleştirisine getirilmiş olan bu akademik yaklaşımlar sinema dünyasının anlam anahtarı olarak da görülebilir, bu nedenle önemli bir etkinliktir.

The Walking Dead

Geçtiğimiz sezonun en çok dikkat çeken ve beğenilen dizilerinden biri olan “The Walking Dead”in ikinci sezonunun ilk bölümü “What Lies Ahead”, bir önceki hafta sonu (16 Ekim) yayınlandı. İlk sezonun son bölümü Aralık 2010’da yayınlandığı ve ilk sezon yalnızca altı bölümden oluştuğu için hevesimiz kursağımızda kalmıştı. Bu sezonsa on üç bölümden oluşacak ve ikinci sezon muhtemelen Ocak 2012’nin sonunda (ya da Şubat 2012’de) sona erecek.

Aslen bir çizgi roman uyarlaması olan dizinin konusu alelade bir zombi filminden/dizisinden çok da farklı değil aslında: Görevdeyken vurulan ve günlerce bilinçsiz kaldıktan sonra bir gün hastanede gözlerini açan polis memuru Rick Grimes (Andrew Lincoln), ailesini bulmak için evine gitmeye karar veriyor, fakat hastaneden dışarı çıktığında bilincini yitirdiği günler boyunca her şeyin değiştiğini ve dünyanın “yürüyen ölüler”in işgali altında olduğunu fark ediyor (Dizi konu itibarı ile “28 Days Later”ı andırıyor, evet). Evine varabildiğinde karısı ve oğlunun evi terk ettiğini görse de onların hâlâ hayatta olduklarına dair inancını yitirmeyen Rick, Morgan Jones (Lennie James) ve oğlu Duane (Adrian Kali Turner) ile karşılaşıyor. Hayatta kalmayı başarmış olan Morgan, Rick’e Atlanta’da bir sığınma merkezi olduğunu düşündüğünü belirtiyor ve Rick de karısı ve oğlunu bulma umuduyla bulduğu bir atla yola çıkıyor. Atlanta’ya nihayet vardığındaysa işlerin umduğu gibi gitmediğini fark ediyor… 




Dizi yine teknik bağlamda çok iyi ve bir zombi öyküsünün verebileceği atmosferi hakkıyla vermeyi başarmış. Hikaye olarak da (bazılarına göre yer yer sıkıcılaşsa da) gayet etkileyici. Bölümün ikinci yarısındaki kilise sahnesiyle ilgili birtakım eleştiriler peydah oldu, tabii. Ancak bana göre din metaforu cesurca ve çok başarılı bir biçimde kullanılmış: Bağnazlığın insanları nasıl adeta bir zombiye dönüştürebileceğini anlatan mecaz da, Rick’in Tanrı’dan bir işaret diledikten sonra oğlu Carl’la (Chandler Riggs) gördüğü geyiği bir işaret olarak algılaması ve akabinde gelen sahne da inanılmaz.
Sonuç olarak, ilk sezonun ilk bölümü kadar olmasa da bayağı iyi bir bölümle açılış yaptı The Walking Dead”. Bu sezon daha uzun süreceği için de zombilere bu kez doyacağımızın ve güzel bir sezon izleyeceğimizin sinyallerini veriyor. 

Atatürk’ün Radyo ve Sinema Hakkındaki Sözleri





Mustafa Kemal Atatürk’ün radyo ve sinema hakkındaki sözleri O’nun “ Üstün Sezme Gücü'"ne en önemli kanıtlarından bir diğeridir…


-“ Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir . Japonya’daki kadın, Amerika’daki zenci, Eskimo’nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan matbaa, barut, Amerika’nın keşfi gibi olaylar oyuncak nisbetinde kalacaktır. ”

Atatürk bu ön görüsünü ; radyonun emekleme devrinde olduğu, sinemada ise yeni yeni çalışmalar yapıldığı bir dönemde ifade etmiştir. Aradan geçen yıllar küreselleşin dünyada bu keşifler sayesinde çok önemli adımlar atmıştır. Dünya insanlarının birbirlerini tanıma ve öğrenmede radyo, sinema ve televizyon çok önemli roller üstlenmiştir.

Bu keşiflerin ileride ne derecede büyük bir güce dönüşebilecekle rini Atatürk yıllar öncesinden görmüştür.

Altının çizilmesi gereken bir diğer konu da Atatürk’ün o yıllarda
 “ Tek ve Birleşik Dünya “ düzeninden bahsetmiş olmasıdır. Son yıllarda daha yeni yeni telaffuz edilmeye başlanan “ Küresel Dünya “ anlayışını yıllar öncesinden ifade etmesi ayrı bir öneme sahiptir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 1
İnsanlarda bir takım ince, yüksek ve asil duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte o ince, yüksek, derin ve asil duyguları en çok duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen şairdir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 2
Bir milletin yenileşmesinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 3
Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa, tam bir hayata sahip olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 4
Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 5
Dünyada medeni olmak, ilerlemek ve olgunlaşmak isteyen herhangi bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 6
Güzel sanatların her dalı için, T.B.M.M.’nin göstereceği ilgi ve emek, milletin insani ve medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 7
İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 8
Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 9
Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 10
Güzel sanatlara da alakanızı yeniden canlandırmak isterim. Ankara’da bir Konservatuvar ve Temsil Akademisi kurulmakta olmasını zikretmek, benim için bir hazdır. Güzel Sanatların her şubesi için Kamutay’ın göstereceği alaka ve emek, milletin insani ve medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 11
Millet, ince duygulan, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu sayede, Türk milli musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 12
Sanat güzelliğin ifadesidir… Bu ifade söz ile olursa şiir, nağme ile olursa musiki, nakş ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık… olur.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 13
Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekayı geliştirmektir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 14
Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat, insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz. Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir. (14 Ekim 1925 İzmir Kız Öğretmen Okulu)

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 15
Sanatkar, toplumda uzun çaba ve çalışmalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri 16
Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk müziğidir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri
 17
Sanatkar el öpmez; sanatkarın eli öpülür!

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri
 18
Sanatçı, esaslı kültür sahibi olmalı ve tarihi iyi bilmelidir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri
 19
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri
 20
Aydın ve dindar olan milletimiz, ilerlemenin sebeplerinden biri olan heykeltıraşlığı en üst derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesinde atalarımızın ve bunlardan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıralarını güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri
 21
Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri
 22
Yüksek bir insan topluluğu olan Türk Milleti’nin tarihi bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.

Atatürkün Sanat İle İlgili Sözleri
 23
Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkilaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır.



Şahan Gökbakar'ın Son Bombası



Şahan Gökbakar’ın yeni filmi ‘Celal ile Ceren’ gişede ilk üç günde CM101MMXI Fundamentals'i geride bıraksa da ‘Recep İvedik’lerin gerisinde kaldı.18 Ocak’ta vizyona giren Şahan Gökbakar'ın yeni filmi Celal ile Ceren, ilk üç günde 601 bin 334 kişiyi sinema salonlarına çekti.3 Ocak’ta gösterime giren Cem Yılmaz'ın stand-up gösterilerinin derlemesi olan 'CM101MMXI Fundamentals' ise ilk üç günde 501 bin 923 kişi tarafından izlenmişti.

İyi açılışına rağmen Şahan Gökbakar'ın yeni filmi ilk üç gün rekorunda ‘Recep İvedik’lerin gerisinde kaldı. Celal ile Ceren ilk hafta sonu seyirci rakamlarına göre listeye ‘Kurtlar Vadisi: Filistin’in ardından 11. sıradan girdi. Bu daldaki rekor üç günde 1 milyon 209 bin kişi tarafından izlenen ‘Recep İvedik 2’de. İkincilik, ilk haftasonunda 1 milyon 161 bin kişi tarafından izlenen ‘Fetih 1453’te. ‘Recep İvedik 3’ ise 1 milyon 153 bin kişi ile 3. sırada yer alıyor.

Kapsamlı Sinema Tarihi

Sinema, film üstüne saptanmış görüntülerin ya da çizilmiş desenlerin ışıkla bir perdeye art arda düşürülerek hareketli görüntüler elde edilmesi temeline dayanan sanat dalı. Sinema, herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunlarınresimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir perdeüzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işidir.Film göstermeye yarayan özel bir makineyle görüntülerin beyaz perdeye yansıtıldığı salon veya yapıya da sinema denir. İlk film cihazına büyülü fener (lanterne magique) denmişti.5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'ndaki Madde 5'e göre sinema: Tespit edildiği materyale bakılmaksızın, elektronik veya mekanik veya benzeri araçlarla gösterilebilen, sesli veya sessiz, birbiriyle ilişkili hareketli görüntüler dizisidir.''Ayrıca sinema, Yedinci sanat olarak kabul edilir. Tarihte çekilen ilk Türk filmi, 14 Kasım 1914 tarihli, "Ayastefanos'daki Rus Abidesinin Yıkılışı" olarak kabul edilse de, ırksal değil, sosyolojik ve tarihsel bir bakışla Selanik'te Manakis kardeşlerin gerçekleştirdiği filmleri (ki bu filmler Angelopoulos'un Ulysse'nin Bakışı filmine de konu olmuştur) bu kategoride değerlendirmek bilimsel açıdan daha doğru olacaktır.




Sinema'nın Tarihi
"Yedinci sanat" olarak görülen sinema, aslında perdeye arka arkaya gelen saydam bir film şeridi üzerindeki görüntülerin, beynin gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntüyü kısa bir süre daha saklaması sayesinde hareketli görünmesinden ortaya çıktı. İlk bulunduğunda insanları şaşkına uğratması nedeniyle "büyülü fener" adını alan sinemanın gelişmesini sağlayan ilk ögelerden biri, 1824’de İngiliz fizikçi Peter Mark Roget’ın yayımladığı "Hareketli Cisimlere İlişkin Olarak Görüntünün Sürekliliği" adlı kuramsal çalışma oldu. Çeşitli ülkelerden birçok mucidi harekete geçiren bu kuramdan, görüntünün sürekliliğini sağlayan birbirine benzer aygıtlar geliştirdi. Bu nedenle sinemayla ilgili aygıtların ilk önce nerede ve nasıl ortaya çıktığını kesin olarak söylemek güç.

Sinemanın temelinde yatan yanılsama, beynin gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntüyü kaybolmasından sonra da kısa bir süre algılamayı sürdürmesi ve ardışık ağ tabaka görüntülerini, hareket eder biçimde algılaması olgularına dayanır. Bu yüzden insan gözü, bir perde üzerinde belirli bir hızla (genellikle sessiz sinemada saniyede 16, sesli sinemada saniyede 24 kare) ard arda yansıtılan film karelerindeki görüntüleri kesintisiz bir hareket içinde görür.

Gözün sinemaya temel oluşturan bu özelliği fotoğrafın bulunmasından çok önce biliniyordu, örneğin her sayfasına bir resim çizilmiş kitapların hızla çevrilmesiyle hareket izlenimi yaratılabiliyordu. 1832 de yapılan phenakistoscope ve 1834'te gerçekleştirilen zoetrope gibi optik aletlerle aynı temele dayanarak hareketli görüntüler oluşturulmuştu. 1839'da fotoğrafın bulunmasından sonra, hareketi eşit ve çok kısa aralarla sabit fotoğraflar olarak saptayan yöntemler Edward Muybriagef, yan yana dizdiği fotoğraf makineleriyle koşan bir atın görüntülerini saptadı ve dönen bir disk içine yerleştirdiği bu fotoğraflarla hareketli bir görüntü yaratmayı başardı (1877). Fransız fizyolog Etienne Jules Marey 1882'de kuşların uçuşunu incelemek amacıyla, saniyede 12 fotoğraf çeken ve kamera takılmış bir makineli tüfeğe benzeyen bir aygıt geliştirdi. 1887'de ABD'li Hannibal Goodwin'in fotoğraf çekiminde selüloit film kullanması, bir yıl sonra da George Eastman'ın bu uygulamayı geliştirerek makaraya sarılı selüloit film şeridinin seri üretimini başlatması, sinema filminin gerçekleştirilmesi için bütün ön koşullan hazırlamış oldu. Thomas Alva Edison ile yardımcısı William Kennedy Laurie Dickson'ın yaptıklan kinetograf, kameranın ilk biçimi olarak ortaya çıktı. Bu aygıtla, kenarlarına düzenli delikler açılmış 15 m'lik filmler üzerine saniyede 40 görüntü saptanabiliyordu. Edison kinetoskop adım verdiği bir gösterim aygıtı aracılığıyla da bu görüntüleri hareketli bir biçimde yansıtmayı başardı. Ama bu aygıt, gözlerini iki küçük deliğe dayayan tek bir izleyici tarafından kullanılabiliyordu. Kinetoskopların ticari olarak satışa sunulmasıyla birlikte Edison, kitlesel film çekimi yapılabilen ve güneşin durumuna göre tekerlekler üzerinde döndürülen ilk film stüdyosu Black Maria'yı inşa etti.

Kinetoskopu Paris’te gören Fransız Lovis ve Auguste Lumiere kardeşler de geliştirdikleri sinematograf adlı aygıtla ilk kez hareketli görüntü elde ettiler. İşte sinemanın doğuşunu müjdeleyen ve tarihe geçen en önemli gelişme bu oldu. Sinemanın "babası" olarak adlandırılan Lumiere kardeşler, halka açık ilk film gösterimlerini de 1895’te Paris’te yaptı.

Süresi 15 dakikayla sınırlı bu ilk dönem filmler, iskambil oynayanlar, bir demircinin çalışması, askerlerin yürüyüşü ya da bir bebeğin beslenmesi gibi günlük yaşamdan alınmış görüntülerden oluşuyordu. Sonraları kısa komediler, haber filmleri ve belgeseller de çektiler. Sinema yoluyla belirli bir öykü anlatma dönemi ise Fransız yönetmen Georges Melies ile başladı.

Başlangıçta deney ya da basit eğlence türü olarak görülen sinema, hızla artan ilgi karşısında geniş salonlarda kitlelere hitap etmeye başladı. Kısa zamanda yaygın eğlence aracına dönüşen sinema, 20. yüzyılın başlarında önemli bir ticaret ve sanayi dalı durumuna geldi. Avrupa’da ve ABD’de halk arasında "düş sarayları" adı verilen lüks ve gösterişli sinema salonları yapıldı.

İlk yıllarda sesi ve görüntüyü birlikte kaydeden bir aygıt olmadığından filmler sessizdi. Sessiz sinema sürecinde çekilen filmler, gerek filmin imalatçıları ve gerekse filmlerin türleri açısından büyük bir çeşitlilik sergiledi. Filmin konusu bazen "sirk" ve "vodvil", bazen dünyanın çeşitli yerlerine gönderilmiş kameramanların saptadıkları haber ve belgeseller oldu.

Ancak I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Avrupa sineması neredeyse çöküntüye uğradı. Çünkü filmin ana maddesi olan selüloit barut yapımında kullanılmaktaydı. Oysa, aynı dönemde ABD sineması önemli gelişmelere sahne oldu. Bir "Milletin Doğuşu" ve "Hoşgörüsüzlük" gibi filmlerle adını duyuran ABD’li
yönetmen David Griffith, sinemayı salt bir eğlence aracı olmaktan çıkarıp izleyiciyi aynı zamanda düşünmeye de yönelten, çok yönlü bir anlatım aracına dönüştürdü.

O yıllarda ABD’de sinema alanında büyük bir patlama yaşandı; uzun ve yüksek maliyetli filmler art arda çekilmeye başlandı. "Star" tipi oyuncular bu dönemde çıkmaya başladı.

I. Dünya Savaşı sonrasında, savaşın yıktığı Almanya’da sinema adına büyük atılımlar yapıldı. Filmlerin geneli tarihi temalar üzerine, kostümlü ve gösterişli siyasal-ideolojik ögeler yerleştirilmesiyle oluştu.

Aynı dönemde, SSCB’de dünyanın ilk sinema okulu olan Devlet Sinema Enstitüsü kuruldu. Çağdaş sinemanın öncülerinden Sergei Eisenstein, "Potemkin Zırhlısı"nı, dönemin önde gelen yönetmenlerinden Vsevolod Pudovkin sessiz sinemanın başyapıtlarından olan "Ana"yı bu dönemde çekti.

Yine bu dönem, savaştan yara almadan çıkan ABD’de, sinema en büyük sanayi dallarından biri durumuna geldi. Yumuşak iklimiyle açık hava çekimlerine uygun olan Los Angeles kentinde Hollywood, ABD sinema sanayisinin merkezi durumuna geldi. Metro-Goldwyn-Mayer, Paramount, United Artists gibi dev film şirketleri o dönemde kuruldu. Western filmler ile komedinin revaçta olduğu bu yıllar en önemli aktörlerden biri Charlie Chaplin oldu. 1920’lerde bir haftada otuz milyondan fazla Amerikan sinemaya uğruyordu.

Sinemada sesli film dönemi 1920’lerin sonu ile 1930’larda başladı. Seyirci sayısını büyük ölçüde etkileyen sesli sinema, oyunculuk alanında önemli değişikliklere yol açtı. Sessiz sinemanın abartılı el kol hareketlerine dayanan üslubu yerine doğallık ve yalınlık önem kazandı.

Walt Disney ilk sesli çizgi filmini bu yıllarda gerçekleştirdi. Dönemin önde gelen yönetmenleri John Ford, Howard Hawks, Frank Capra, George Cukar ve Orson Welles özgün üsluplarıyla sinema sanatına önemli katkılarda bulundu. Gerilim filmlerinin babası sayılan Alfred Hitchcook da bu dönemin isimlerinden.
Sinema sektörünü etkileyen faktörler
Renkli sinemaya geçişi de simgeleyen bu dönemin renklendirme yöntemi ilk filmi Walt Disney’in "Üç Küçük Domuz" adlı çizgi filmi oldu. Ancak, II. Dünya Savaşı yıllarında sinema dünyası büyük bir durgunluk yaşadı. Bu dönemde, genellikle ordulara moral vermeyi amaçlayan savaş filmleri çekildi. Ünlü yönetmen Alfred Hitchcook özellikle banyodaki soluk kesici cinayet sahnesiyle tanınan "Sapık" adlı gerilim filmini 1950’lerde çekti. Ne var ki, savaşın sonunda ABD sinemasındaki sansür ve senaryo yazarı ve yönetmenlerin "kara listeye" alınması sinemayı derinden etkiledi.
Televizyon'un icadı ve sinemaya etkisi
Sinemayı etkileyen bir diğer önemli gelişme, 1950-1960 arasında yaşandı. "Beyaz cam" olarak da nitelenen televizyonun hızla yaygınlaşması sinema izleyicisini azalttı ve bazı büyük film şirketlerinin çökmesine neden oldu. Bunun sonucunda yeni arayışlara giren bazı yönetmenler, Hollywood’un cinsellik, şiddet, milliyetçilik gibi konulardaki kalıplaşmış sinema anlayışının dışına çıkan filmler yaptılar ve sinemada gençliğe yönelindi.

Sinema salonları, 1970 ve 1980’lerde etkileyici ses ve görüntü efektlerinin kullanıldığı serüven ve bilimkurgu filmlerini ağırladı. Film maliyetleri ciddi oranda arttı. Ancak, videonun yaygınlaşmasıyla birlikte bu dönemde de "elektronik sinema" önem kazandı. Video pazarının yarattığı talep nedeniyle büyük şirketler kadar bağımsız küçük şirketler de film yapma olanağı buldu. Bunun etkisiyle bağımsız yenilikçi sinema canlandı.

Günümüzde ise sinema, insanların günlük yaşamdan kopmak, eğlenmek veya hoş vakit geçirmek için sık sık gittiği eğlence araçlarından biri haline geldi. Her ne kadar büyük ekran televizyonlar sinemayı etkilese de karanlık salonlarda dev ekranda film izlemenin verdiği zevk değişmedi. Ancak sinema için en önemli unsur, artık Hollywood’dun bariz egemenliği... Her ne kadar bağımsız filmler gelişse ve Avrupa sineması kendine özgün yapıtlar ortaya koysa da küreselleşmenin etkisiyle ABD sineması etkisini artırdı. Sinema, artık 110 dakikada, sanayileşmenin etkisiyle yalnızlaşan ve sürekli değişen gündem karşısında duyarsızlaşan insanlara hem kaçış hem de dünyayı tanımlama imkanı sunuyor.