Müzik, insanın, yaşamının her döneminde iç içe olduğu
bir olgudur. İşitme yeteneği kazanıldığı andan itibaren yaşama giren müzik , ana kucağında,
beşikte, evde, sokakta , okulda, taşıt araçlarında, radyo-televizyonlarda , sinemalarda,
tiyatrolarda, konser salonlarında, tören ve toplantılarda insanın yanı başında
yer alır, onu kucaklar, sarar, etkiler . Fark edilmese bile yaşamın vazgeçilmez bir
parçası, doğal bir unsurudur.
Müziğin insan yaşamındaki yeri ve önemini en çarpıcı biçimde ifade eden Ulu Önder Atatürk olmuştur. Atatürk, 14 Ekim 1925’de İzmir Kız İlköğretmen Okulu’nda öğrencilerle görüşürken, “Hayatta mûsikî lâzım mıdır?” şeklindeki bir soruya şöyle cevap vermiştir:
“Hayatta mûsikî lâzım değildir, çünkü hayat mûsikîdir. Mûsikî ile ilgisi olmayan yaratıklar insan değildir. Eğer söz konusu olan insan hayatı isemüzik , kesinlikle
vardır. Mûsikî, hayatın neş’esi, rûhu, sevinci ve her şeyidir” (Uçan 1996).
Prof.Ergan’a göremüzik , gönüller
ötesindeki bir gönüle seslenmektedir. Ergan, müzik hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamaktadır:
“Müzik , ilkel veya çağdaş
insan için, sevinçli ve kederli anlarında, cinsiyeti, sosyo-ekonomik statüsü ne
olursa olsun, onsuz olunamayan bir ruh ve enerji kaynağıdır. Günlük yaşantının
her kesiminde, millî, mânevî, ailevî ve sosyo-kültürel bütün faaliyetlere renk ve canlılık getiren biricik güç kaynağı olan müzik , misafire ikramda
bile en makbul olanıdır. Yemek -içmek gibi tabii
ihtiyaçlar bir yana bırakılacak olursa, beşerî münasebetlerin idâmesinde,
millî-mânevî duygu ve gururun terennümünde de kollektif ruhları galeyana
getiren yegâne vasıtadır. Şu halde müziğin herhangi bir fantezi nev’inden
olmayıp, bilhassa kâinattaki ilâhî nizâmın bir cüz’ü; insan idrâkinin
erişemeyeceği daha pek çok yönlerinin bulunduğu kabul edilmelidir. Nihayet şunu
diyebiliriz; müzik gönüller ötesi bir gönüle seslenir. Fâruk Nâfiz’in dediği
gibi; “Gövdeler, varsa, gönüllerden alır cevherini”.” (Ergan 1996).
“İnsan, daha doğmadan (annesi yoluyla) dolaylı olarak müzikten etkilenir ; doğumdan sonraki
bebeklik döneminde ninni vb. müziklerle uyur; erken çocukluk yıllarında saymacalar, tekerlemeler ve müzikli oyunlarla oynar;
geç çocukluk ve gençlik dönemlerinde çeşitli müziklerle daha yoğun ve zengin ilişkiler içine girer; yetişkinlik
yıllarında çok çeşitli, çok yönlü ve kapsamlı bir müzik ortamı içinde yaşar; yaşlılık yıllarında da müzikle olan yoğun, kapsamlı ve derin ilişkilerini sürdürür” (Uçan
1996).
“Doğduğu çevredemüzikle etkileşim içinde olan birey, müzikle ilgili olarak birtakım davranışlar kazanır. “Dinleme”,
“benzetme”, “oynama”, “mırıldanma”, “söyleme”, “tıngırdatma”, “çalma”, “
yaratma”, “eleştirme”, “beğenme ”, “beğenmeme ” bu davranışlardan
başlıcaları sayılabilir. Bu davranışlar kazanıldıkça birey,müzikle ve müzik çevresiyle daha bilinçli, daha bilgili ve daha etkili bir etkileşim içine girer. Bu davranışlarla bağlantılı olarak ayrıca, “müzikle uyuma”, “müzikle oynama”, “müzikle yürüme”, “müzikle dinlenme”, “müzikle eğlenme”, “müzikle öğrenme”, “müzikle çalışma”, “müzikle anlaşma”, “müzikle kendini aşma” vb. daha kapsamlı ve çok yönlü davranış
örüntüleri geliştirir” (Uçan 1996).
Müziğin insan yaşamındaki yeri ve önemi, onun insan yaşamının değişik boyutlarındaki çok yönlü işlevlerinden kaynaklanmaktadır.
Müziğin insan yaşamındaki yeri ve önemini en çarpıcı biçimde ifade eden Ulu Önder Atatürk olmuştur. Atatürk, 14 Ekim 1925’de İzmir Kız İlköğretmen Okulu’nda öğrencilerle görüşürken, “Hayatta mûsikî lâzım mıdır?” şeklindeki bir soruya şöyle cevap vermiştir:
“Hayatta mûsikî lâzım değildir, çünkü hayat mûsikîdir. Mûsikî ile ilgisi olmayan yaratıklar insan değildir. Eğer söz konusu olan insan hayatı ise
Prof.Ergan’a göre
“
“İnsan, daha doğmadan (
“Doğduğu çevrede
Müziğin insan yaşamındaki yeri ve önemi, onun insan yaşamının değişik boyutlarındaki çok yönlü işlevlerinden kaynaklanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder